Gülümseten günler


Gecen Nisan cok kisa bir süre icin Turkiye'de idik. Kaldigimiz otelin restaurant-barinda cok ilginc hikayeler dinledik. Bunlardan biri simdiye kadar sürekli kullandigimiz Ehlikeyif kelimesinin gercek anlami idi:


"Ehlikeyif" etrafindaki oluga buz konularak, raki bardagini sogutmak icin kullanilan bakir (?) bir kapti. Bize de öyle servis ettiler, su bir türlü icemedigim anasonla damitilmis SU görünüslüyü. Keyfine fazlasiyla düskün olanlara verilen bu ismin raki sofrasindan gelmesi cok garipsenecek bir durum olmasa da simdiye kadar bu bilgiye rastlamama sasirmistim. Isin tuhaf yani ben neden bilmiyorum derken, esim coktan birbirinden farkli ülkeden ese dosta anlatmaya baslamisti bile anlamini. Kelimelerde mi sakli acaba hep bu hikayeler...

Kis tahminimizden sert basladi. Yazin hayal ettigim dönem basladi. Aslinda hayalden cok kis mevsiminin verdigi karartidan teselli almaya benzetiyorum bunu: Disarida soguk, kar tipi, iceride sicak icecekler, sicak sohbetler, sevimli isler. Bulasici olabilir mi acaba?

Yeni yil geliyor. Koca dünyanin, ayri takvimde israrli Araplar haric, asagi yukari cogunun ayni anda (günde) kutladigi tek bayram (Noel ve yilbasini karistirmayalim, karistiranlari uyaralim, en son Turkiye'de cok komik seyler duydugum icin diyorum). Yapilacak yiginla eglenceli is var. Üstelik bu sene listem her zaman oldugundan daha uzun. Yeni isimler, yeni insanlar. Bir ayda anca hazirlanirim gibime geliyor. Venedik'e dönüse son bir ay...

Ayagim bir haftadir sarili (dans kazasi), posta kutum dolu, masam yine eglenceli islerle kapli. Buna faturalar ve teklif kopyalari da dahil.

Keyifli bir dönem basliyor sanki, su bakir tasim olmasa da hissedebiliyorum....

Katanga Çarpısı ya da HANDA


Kongo TV kanallarindan birini izliyordum. Sagolsun* Frenkler, yayin dili Fransizca tabii, hic swahili, lingala falan olur mu? Sonra nasil anlariz biz.

Neyse reklamlar basladi. Türkiye'de 1980'lerde ne kadar reklam varsa hepsi arka arkaya yayina geldi sanki. Omo reklami, Cermenlerin bana sattigi Kerrygold Irlanda tereyagi reklami! Hepsi eski usul. Marka ayni marka. Ama Afrika'da, Kongo'da. Reklam teknigi ise 20 yil öncesinin.

Kücükken kardesimle reklamlara bakar oyun oynardik, hangisi hangi ülkede cekilmis hangisi Türkiye disi degil diye. Ayirt etmek o kadar kolaydi ki. Sonra bir dönem geldi. Zorlanmaya basladim. Teknoloji mi ilerledi, yabancilar mi cekmeye basladi reklamlari. Karisti hersey. Sonra bu isin okuluna da gittim. Tamamen hayati yanlis anlama sonucu bir tercihti, ya da kendini taniyamama diyelim. Ama ögrendim birseyler, hic kullanilmamak üzere, az da olsa.

Bir de bir elma vardi. Adini okulda sürekli duyardim. Alamayan kizardi, alanlar önceden belli derlerdi. Cok tartisilirdi, her sinav gibi, her yarisma gibi, insanin isin icinde oldugu her sosyolojik olay gibi. 19 yildir en iyilere verilen bir reklam ödülü. Neden kristal elma diye hic merak etmemistim, az önce hic de bekledigim gibi yaratici olmayan resmi web sayfasindan ögrendim:

Kristal; temizliği, saydamlığı, netliği simgeliyormus. Gerek mesajınız, gerekse onu taşıyan
ortam bu temizlikte, bu netlikte ve bu saydamlıkta olmalı imis...

Elma; yollanan reklam mesajını almasını beklediğiniz kişileri, yani hedef kitleyi
simgeliyormus.

Ok; mesajınızı ve satışı sağlayan yaratıcı fikri simgeliyormus.

Aciklamalar okul dersi gibi degil mi? Hangi ödül karmasik tasarlanmis ki? Oscar icin bile kütük gibi duran adam heykeli vermiyorlar mi? Üstelik elinde hacli kilici bes kenari olan film üzerinde duruyor. Kilic da pek anlamli sanki.

Ödül alanlari da pek merak etmiyorum zaten. Yalniz su var. Her konuda oldugu gibi dünya yine her zaman ayni anda adim atamiyor. Ve eger gecmise dönmek istersek bu ülkelere gitmemiz yeterli olabiliyor. Ya da insan güncel TV izleyip bile gecmisi yad edebiliyor.

Ne güzel dünya. Gecmis de var gelecek de burada.

Yukaridaki resim eski bir Kongo parasi. Simdi C.Frank kullaniyorlar. Bu resimdeki bakir para. Ayni zamanda eski Kongo Kralliginin da bayrak amblemi. Nedenini anlayabiliyorum...

-------------------------------------------------------------------------------
*"Sagolsun" kelimesi kesinlikle ve kesinlikle ironiktir.

Köcekce'yi CD olarak bulamiyorum....

Konu ile uygun hicbir fotografim yoktu. O yüzden gece de olsa biraz önce disari cikip evimin iki bina ötesindeki piyano magazasinin resmini cektim. Cünkü konu müzik idi. Bir iki isim yazmak istedim unutulmus. Kisaca ve basitce bir yazi. Istedim ki buraya ugramis her kisi bunu okusun. Bir daha hatirlasin.

Türkiye'de klasik müzik deyince -öz arkadaslarim da buna dahil- herkes bildigi bir adet Avusturyali, iki adet Alman, bazen arada bir Italyan besteci ile birseyler bildigini göstermeye calisir. Elbette kimse herseyi bilmek zorunda degil. Ama "Türk Klasik müzik bestecilerden kimi taniyorsun" a cevap her rötarli geliyordu. Aklima ortaokulda bize birkac Türk ressami ve fotografcisinin adini(*) sorup, sonra da cahilligimizi yüzümüze vuran resim ögretmenimiz geldi. Nasil ajandan, süslü kalemin, defterin Klimt, Picasso desenli olur da tek Türk ressamina örnek veremezsin. Ressam olmadigindan degil elbette. Afisi, kartpostali satilmadigindan mi o zaman?

Müzik icinse bir örnek bakiniz cok kolay:
Türk Besleri diye bilinirler:

Ahmet Adnan Saygun
Cemal Resit Rey
Hasan Ferit Alnar
Necil Kazim Akses
Ulvi Cemal Erkin

Bu isimler sadece bati klasik müzigi alaninda. Bunun yaninda o kadar cok bilmedigim farkli müzik var ki bu iki yarimadada (Trakya-Anadolu) birisi bana sorsa: "Nasildir Türk müzigi?" dese, hangi birinden baslayacagimi bile bilmiyorum. Ilk defa kanun dinleyen arkadaslarim bunu Cin müzigi gibi diye tanimliyor(sanki o müzigi de biliyormus gibi). Aslinda bu cok zevkli bir oyun gibi. Kulak aliskanligi yüzünden sizin farkedemeyeceginiz seyler cikiyor ortaya. Ben de iyi bilmiyorum ki ne nedir. Bildiginiz bir kaynak var mi tümünü basitce aciklayan?

Dipsiz kuyu gibi müzik cesidi Türkiye'de. Insanlarinin genlerdeki zenginlik gibi. O saklabanlari gösteren aptal kutusu sizi aldatmasin. Dinlenecek cok var aslinda.

----------------------------------------------------------------------------------------
*Asil zor soru Türk heykeltrasina örnek : ) . . .
** Köcekce: Erkin'in orkestra icin besteledigi bu parcayi yillardir ariyorum. TRT'ye mi sorsam acaba? Bol bol jenerik müzigi olarak kullandigi icin.

Soru sormadan duramaz miyim ben?



Yeni ayakkabilarim alinali iki hafta kadar oluyor. Tesadüfen bayram günü alinan sürpriz bir hediye. Elbette yürümek icin degiller. Kosmak icin de degil. Insanin aklina fazla secenek gelmiyor sanki. Bu pabuclar (bu linki anlamadim) sadece dans etmek icin...

Simdiye kadar kullandiklarimdan cok daha rahat ve ergonomikler. O kadar rahatlar ki insan kendini ayakkabisini bulmus külkedisi saniyor.

Bu yeniler, her tarafi dökülen eski el yapimi ayakkabilarimin yaninda öyle garip duruyorlar ki biri ortacagdan kalma zarif ama bir ilkel alete, digeri son teknoloji ürünü bir robota benziyor. Biri insan eliyle kesilip bicilmis digeri makinede kalipla yapilmis. Birinden yeryüzünde sadece bir tane var, birinin her bir ülkede binlerce esi var.







Eski ve yeni arasinda her konuda yapilabilecek bir karsilastirma bu. Yipranmis "Eski" artik beni engelliyor, dengemi bozuyor, hareketlerimi kisitliyor. Diger figürlere daha hizli gecmem gerekirken tam tersine beni yavaslatiyor. Diger yandan istedigim gibi hareket edemedigim zamanlar sucu üzerine atabilecegim kolay bir bahane haline gelmisken, beni ögrenebileceklerimden mahrum ediyor.

Ya "Yeni"? Yeninin cogu detayi sadece dans figürleri icin yapilmis. Dönüsler icin özel tabani, parmak ucuna daha dengeli basabilmek icin ayrica eklenmis kisimlari var. Görünüsü öyle farkli ki garipsememek icin gözlerimi kacirmam gerekiyor. Kusurlu eskinin güzelligine öyle alismisim ki, sirf bu yüzden fonksiyonun görüntüden daha önemli olduguna kendimi kandirabilirmisim gibi geliyor.








Eskileri atamiyorum. Degisim zamaninin geldigini biliyorum ama geciktiriyorum. Duygusal bagin ilerlemeyi engelledigi dönem olsa gerek.

Peki ya degistirmem gereken bir cift ayakkabi degil de bir insan (es, sevgili, ögretmen, arkadas vs.) olsaydi? Tüm bu yukarida yazdiklarimi yine ayni sekilde düsünür müydüm? Sorunlarin kaynagi gösterebilecegim bir aliskanligimi bu kadar kolay degistirebilir miyim?
----------------------------
En üsttekiler bahsi gecen ayakkabilar degil.

Sobe ve Kitap keyfi

Yasemin`in sobesi üzerine su an okudugum kitabin 187´inci sayfasindan örnek vermem gerekiyor. Kitap yanda linkini verdigim Paul Auster´dan Mr Vertigo. Kitabin asli elbette Ingilizce. Her istedigim kitabi ne yazikki Türkce bulamadigimdan veya esimle birlikte okuyabilmek icin Italyanca olanlarini tercih ediyoruz. Dolayisi ile bu elimdeki kopya da Italyanca bir Auster...
Kitabi okumamislari etkileyemeyecek bir cümle aradim. Buldugumdan da pek emin olamadim. Hepsi ayni konu hakkinda idi. Hayata dair ögüt verici olani da yoktu. Tek sorun Türkce`ye cevirmek idi. Anlamak ile anladigini anlatabilmek arasindaki büyük farki bir kez daha hatirlayarak cevirmeye calistim bir cümleyi:
"Bu sacma ve tuhaf olay, saglikli kalabilmem icin ayaklarimi yerden kesmememin yeterli olmasi disinda baska türlü nasil izah edilebilirdi?"

Daha fazla sir vermek istemem. Zevkli bir kitap cünkü.

Izlemenin okumaktan daha kolay sayildigi bu dönemde üzeri yazi basili bitki sayfalari cevirmek pek cagdisi sayilacak sanki. Nitekim kitaplar bile elektrik enerjisi ile calisan ekranda . Ben takip edemiyorum bu hizi. Videokasetlerin yerini DVD ler almisken onlarin da yerini simdi BD ler aliyor: Blu-ray-disc. Türkiye´de satisa cikmis olabilir belki. Normal DVD lere nazaran cok cok daha yuksek kapasiteli bu diskler simdiden Avrupa reyonlarinda satista. Görmeyip de bir yerde karsilasirsaniz sasirmayin. Cok da farki yok. Bizim evlerde kullandigimiz icin kirmizi, bu yeni marifetli diskleri icinse mavi isik(lazer) kullaniliyor :)

Fuar da yaklasmisken iyi ve bol kitapli haftalar!

----------------------------------------------------------------------------------
not: Az önce cok daha önemli ve bir hayli de üzücü haberleri okurken, su an icin daha önemsiz sevgili Fransa ile ilgili bir habere rastladim. Fransa`ya ait olmayan eserlerle dolu Louvre müzesini duymussunuzdur. Iste bir ülkenin zamaninda tüm degerli eserleri hangi yoldan olursa olsun kendi sinirlari icine sokmasinin bir nedeni: "1.3 milyar dolar". Nasil olacagina dair aciklamalar ise bu linkte.

"Beni mutlu et" pastasi!



Tiramisu kelimesi, "beni yukari cek" yani fig. anlamda "beni mutlu et, moralimi düzelt" demek bir pasta adi icin oldukca neseli bir isim. Gecmisi de cok eski degil. Zaten icinde kullanilan kahve ve kahvenin Avrupa'ya gelme tarihi düsünülürse cok da fazla anilari olmadigi anlasilabilir. "Zuppa Inglese" adinda baska bir eski tatlidan esinlendigini söyleyenler de var. Ya da icindeki kahve yüzünden enerji verip ayik tutmasi amaciyla savasa gidenlere yapildigini söyleyenler de...

Gecenlerde Italya'da yasayan bir arkadasin söylemesi üzerine bir baskasina blogda Tiramisu tarifini yazma sözü verdigimi hatirladim. Blogda mutfak isine pek girmeden gecikmeli de olsa Udine civarinda evlerde yapilan sekli ile bu tatlinin tarifini veriyorum. Bu tarifin de yine bölgede Kuzey Italya'da ortaya ciktigi söyleniyor.Gercek tarifin icindeki cig yumurta kismini atliyorum. Kimse de farketmiyor. Yine de burada tarifin tamamini yaziyorum.

1-Iki yumurta sarisi dört kasik sekerle cirpilir. Iki yumurta beyazi da ayri yerde köpürene kadar cirpilir. Iki karisim birbirine eklenir.

2. Yumurtali karisima 1 kutu (400gr) mascarpone ve bir tüp köpük krema eklenir. Köpük krema yerine sivi tatli krema ekleyen de var. Ama daha agir bir tat veriyor.3. Sekiz kisilik taze kahve pisirilir. Ama gercek KAHVE (bkniz)... Bu kahveye bir kasik rom veya likör katilabilir istenirse. Ben Dr Oetker in Rom aromasi kullaniyorum 2 damla. Olmasa da olur.

4. Iki paket kedi dili bisküvisi bu kahve ile islatilarak servis tepsisine dizilir, üzerine kremali karisim sürülür, islem kat kat tekrar edilir.

Krema ile bitirilen kat sonrasi buzdolabinda biraz bekletilir, servisten önce üzerine istenirse önce rende cikolata sonra toz kakao serpilir.

Pek sekilsiz ve bulamac seklinde olan bu tatlida size yabanci gelen kelimeler olabilir. Mesela üst resimde cirpilmayi bekleyen mascarpone bir cesit peynir olmayan taze peynirdir. Italya-Lombardia bölgesi dilinde kullanilan mascherpa veya mascarpia, yani lor veya süt kremasi anlaminda kullanilan sözcüklerden türemistir. Türkiye'de aynisi olmasa da Labne peyniri sanirim bu isi görüyor.

Kahve icinse siddetle nescafe gibi suyunun suyu tadlar yerine gercek kahveyi kullanmanizi öneriyorum.

Afiyet olsun : ) Tatli haftalar!
-----------
ps: Müzik kesinlikle esimin tercihi!

Yakin Uzakdogu...

Hamburg'da tipik bahce heykelcigi!

Gectigimiz hafta üstüste gelen tesadüflerden bahsetmek istiyorum. Malum icinde yasadigim kita disindaki kültürler hakkinda cok da fazla derinden bir bilgiye sahip degilim. Özellikle de hem bir yandan rakip, bir yandan da özenilen kültür gibi görülen uzakdogu hakkinda cok fazla sey bilmiyorum.

Cok merak edip Tai chi chuan, Kundalini Yoga, Qigong ve daha bir sürü adini büyük ihtimal rezalet sekilde telaffuz ettigim siniflara katildim. Sonuc olarak bir kisminda gercek anlamda uyudugumu burada itiraf ediyorum. Geri kalanlarda ise hareketsizlikten yoruldum. Nedeni acik: bunlarin hepsi "ciddi" konsantrasyon istiyor. Ama bedensel degil, önce zihinsel. Ayrica deneyim gerektirdigini ve zamanla gelistirilebilecek olduklarini dusunuyorum. Birisinin size bunlari cok net aciklamasi gerekiyor. Su an esi Cin'de emlakcilikla ugrasan ve yiginla müsterisi olmasina ragmen ödemelerinin sadece yarisina ulasabilen kuzenimiz, bu ve diger uzakdogu sanatlarinin muhakkak bir Asya kökenli tarafindan yapilmasindan yana. Kendisi yillardir profesyonellerle Tai-chi yapiyor. Asil isi ise Isvicre'de kisisel bankacilik.

Hamburg gölünün ortasindaki misafir metal ejderha

Son zamanda orjinal dilde Kore ve Japon eglenceleri izliyordum. Tesadüf, gectigimiz haftalarda Hamburg'da, malum kipkirmizi bir panayir kuruldu. Bu aslinda aylardir haberlerini okudugumuz Cin Festivali gibi bir etkinlikti. O gün evde ufak bir kaza gecirmis oldugum icin epey sarsilmistim (yüzümde cam kapi kirildi). Biraz dikkatimi dagitmak icin disari ciktigimizda bu festivali gördük. Farki anlamayacagimiz icin Cin disindaki ülkelerden oldugunu tahmin ettigim yiginla ivir zivir satan minik standlar arasinda bir de masajla tedaviler vardi. Onunde de bir kuyruk. Panonun arkasinda benim yaslarimda birini ayaklariyla cigneyen bir Cinli'yi görünce "ben vazgectim" dedim. Ama esimin israrlari ile biraz da farkli birsey denemenin verdigi hazzi hatirlatabilecegini düsündügümden kabul ettim.

Sira bana geldiginde ilk omuzlarimda, orada oldugunu bilmedigim bir noktaya kuvvetle bastirdi. Ve bana "Kizginlik kötü sey", "Birak onu" dedi. Tercüme edilen buydu. Büyük ihtimal stresten kasilmis noktalar kesfetti diye dusundum. Sonra bu kisinin üc kusaktir sadece bu isi yaptigini ve pek cok tedavi sertifikasi almis oldugunu ve cesitli agrilari tedavi ettigini ögrendim. Sadece 20dk sürdü. Bana 2 dakika gibi geldi. Ayaklariyla cignemedi ama yine de farkli bir masajdi. Sirt agrilarimi ve danstan kaynaklanan kas tutulmalarimi söyledim. Sorun yok dedi. Garip masaja devam etti. Ayaga kalktigimda sanki büyülenmis gibi hafiftim. Kollarim bacaklarim öyle hafifti ki, tüm günün yorgunlugu aninda yokolmustu. Kosabilecek kadar enerjiktim. Ertesi sabah ise ilk defa uzun süreden sonra sirt agrisiz uyandim.

Artik akupunktur kadar olmasa da homeopatinin daha cok telkin yaninin agir oldugunu düsünenlerdenim. Sadece tibbi kabul ediyor gibiyim. Tedavi olmasa da bilincli yapilan bir masajin mucizeler yaratabilecegine inaniyorum artik... Bilen biri ile mutlaka deneyin! O da olmazsa en azindan uzakdogu usulu bir yesil cay (link= gecen hafta denedigim Japon-kiraz cayi) deneyin, yine rahatlarsiniz.

Cince (sadece Mandarin) ögrenmek gibi bir cilginlik icin sesli, görsel bir link